Görgüsüz Kime Denir? Öğrenmenin Dönüştürücü Gücüyle Kültürel Zarafeti Anlamak
Bir eğitimci olarak, her dersin başında kendime şu soruyu sorarım: “Öğrenme yalnızca bilgi edinmek midir, yoksa bir dönüşüm süreci midir?” Bu sorunun cevabı bizi insan olmanın inceliklerine, yani kültür, değer ve görgü kavramlarına götürür. Çünkü öğrenme yalnızca zihinsel bir eylem değil, aynı zamanda duygusal ve toplumsal bir gelişimdir. Görgüsüz kime denir? sorusuna da bu bakış açısıyla yaklaşmak gerekir: Görgüsüzlük, yalnızca estetik yoksunluğu değil, öğrenme sürecinin bir eksikliğini de ifade eder.
Görgü Kavramının Eğitsel Kökeni
“Görgü” kelimesi, Türkçede deneyimle kazanılmış bilgi anlamına gelir. Bir insanın görgülü olması, sadece kuralları bilmesi değil, o kuralları içselleştirip yaşamına yansıtmasıdır. Eğitim bilimlerinde bu, edinilmiş davranışın içselleştirilmesi olarak tanımlanır.
Görgüsüzlük ise, bireyin öğrenme sürecinin yüzeyde kalmasıdır. Yani kişi bilgiye sahip olabilir, hatta kültürel öğelere aşina olabilir; fakat bu bilgiyi davranışa dönüştürememiştir. Paulo Freire’nin “ezilenlerin pedagojisi”nde vurguladığı gibi, gerçek öğrenme ezber değil, farkındalıkla başlar. Görgüsüzlük de bu farkındalığın yokluğudur — bilginin derinliğine inmeden gösterişte kalmaktır.
Görgüsüzlüğün Pedagojik Açıklaması
Eğitim kuramcılarına göre, her birey üç temel öğrenme aşamasından geçer: bilgi edinme, anlamlandırma ve içselleştirme. Görgüsüz birey, genellikle ilk aşamada takılı kalır. Bilgi edinir, ancak onu anlam dünyasına yerleştiremez. Bu durum, yüzeysel öğrenmenin tipik bir örneğidir.
Jean Piaget’nin bilişsel gelişim teorisine göre, öğrenme süreçleri “özümleme” ve “uyum sağlama” dengesiyle ilerler. Görgüsüzlük, özümlemenin olduğu ama uyumun gerçekleşmediği bir öğrenme biçimidir. Yani birey yeni bilgiyi kendi kültürel ve duygusal sistemine yerleştiremez. Sonuçta ortaya bilgiyle donanmış ama estetikten, empati ve denge duygusundan yoksun bir kişilik çıkar.
Toplumsal Görgüsüzlük: Öğrenme Eksikliğinin Kolektif Hali
Bir toplumun görgüsüzlüğü, bireysel değil kolektif bir öğrenme sorunudur. Tüketim kültürünün egemen olduğu çağımızda, başarı ve mutluluk maddi göstergelerle ölçülüyor. Bu da öğrenme süreçlerini yüzeyselleştiriyor. Artık insanlar, bilgiyi anlamak için değil, görünmek için öğreniyor.
Eğitim ortamlarında da benzer bir tablo var. Öğrenciler bazen not almak için, öğretmenler müfredatı tamamlamak için, kurumlar ise istatistik üretmek için öğrenme süreçlerini yönetiyor. Bu durumda öğrenme, tıpkı görgüsüzlüğün kendisi gibi, içsel anlamını kaybediyor.
Görgüsüzlük, bu anlamda “öğrenilmiş ama özümsenmemiş bilgi”nin toplumsal versiyonudur. Kimi zaman gösterişli dilde, kimi zaman sosyal medyadaki “bilinçli görünme” çabasında karşımıza çıkar.
Görgüsüzlüğe Karşı Pedagojik Bir Panzehir: Eleştirel Düşünme
Görgüsüzlüğün panzehiri, eleştirel düşünme becerisidir. Çünkü eleştirel düşünme, bilginin dış kabuğunu kırarak özüne inmeyi sağlar. Eğitimde bu beceri, öğrencinin sadece “ne öğrendim?” değil, “öğrendiğimi nasıl ve neden kullanıyorum?” sorusunu sormasıyla gelişir.
Örneğin bir öğrenciye sanat tarihi öğretilirken yalnızca dönemleri ezberletmek yeterli değildir. Sanatın hangi toplumsal koşullarda üretildiğini, hangi duygusal ihtiyaçlara cevap verdiğini de anlaması gerekir. Aynı şekilde, görgülü bir birey de yalnızca doğru davranış kalıplarını bilmez; bu kalıpların insani değerlerle ilişkisini kavrar.
Bireysel Dönüşüm ve Öğrenmenin Ahlaki Boyutu
Pedagojik açıdan öğrenme, bir kişilik inşası sürecidir. Görgüsüzlük bu sürecin yarım kalmış hâlidir. Birey, bilgiyi yalnızca dış dünyada statü kazanmak için kullanırsa, öğrenme onu dönüştürmez. Oysa eğitim, insanı yalnızca bilgilendirmek değil, aynı zamanda olgunlaştırmak içindir.
Bir öğretmen için öğrencinin doğru cevap vermesi değil, doğru düşünmeyi öğrenmesi değerlidir. Aynı şekilde, bir toplumun da görgüsüzlüğü azaltması için bireylerini bilgiyle değil, anlamla beslemesi gerekir. Çünkü öğrenme, ancak ahlaki bir bilinçle birleştiğinde kültürel zarafete dönüşür.
Sonuç: Görgü Bir Öğrenme Biçimidir
Görgüsüz kime denir? sorusunun cevabı aslında çok katmanlıdır: Görgüsüz, bilgiyle temas etmiş ama onu içselleştirmemiş kişidir. Eğitimsel açıdan bu, öğrenmenin tamamlanmamış hâlidir. Gerçek görgü ise öğrenmenin en yüksek düzeyidir — bilginin davranışa, davranışın değere dönüştüğü noktadır.
Öyleyse okuyucuya şu soruyu bırakmak gerekir:
Bilgilerim beni dönüştürüyor mu, yoksa yalnızca beni gösteriyor mu?
Cevabınız, sizin öğrenme sürecinizin derinliğini gösterecektir.